Yine röportaj yaptım! Evet, yaptım ve yine güzel oldu! Yalan söylemiyorum ya. Gerçekten güzel oldu 🙂 Bu seferki röportajımı Ensar Sevindik ile yaptım. Yaparken çok eğlendim çünkü cevaplar güzel. Kendisine bu kadar ayrıntılı ve güzel yanıtlar verdiği için de teşekkür ederim. Okuyunca bana hak vereceksin.

Selam Ensar Sevindik! ilk olarak bize kendinden bahseder misin? Neler yapar Ensar Sevindik? Seyahate çıkmadan önce nasıl bir hayatın vardı ve seni bu seyahate çıkmaya teşvik eden ne oldu? Bu seyahate çıkmak için hayatında ne gibi değişiklikler yaptın?
Adım Hakkı Ensar Sevindik, 1992 Adapazarı doğumluyum. İki kere burslu üniversite kazanmış ilkinden kovulup ikincisini kendi rızası ile bırakmış aradığı eğitimi okullarda değil yollarda bulmuş bir gezginim. Öncelikle bu yolculuğa çıkmadan önce bunun yıllarca antremanını yaptım bu bilinsin. Nasıl mı? 15 yaşında Zonguldak’ta (O dönem Zonguldak’a taşınmıştık) belediye otobüsleri özelleştirildi. Biletle 0,75 TL’ye bindiğimiz otobüsler bir anda 1,50 TL oldu ve elimize de akbil tarzı kartları itelediler. Zaten cebimizde cücük kadar harçlık varken kapitalizm çay ve simit paramıza da göz dikti anlayacağınız. Bilen bilir, Zonguldak’ta Fatih sitesinden merkeze gitmek isterseniz eğer bir tane sahil yolu vardır o yol ya ilçe olan Kozluya ya da Zonguldak merkeze gider. Bu zam ve akbil kart mevzusu “Into the Wild” izlemiş anarşist ergen beynimde bir fikir oluşturdu.

Arkadaşım Nazım’la okul çıkışı dersaneye gitmek için otobüs durağına yürürken ” Hafız biz bu 75 kuruşla fazladan bir çay bir simit yapmak varken ne diye bu otobüse ödüyoruz. Gel ışıklardan otostop yapalım” dedim. O an gaza gelip elimizdeki akbil kartları kırıp ışıklara indik. Daha parmakları yeni kaldırdık hemen bir araba durdu. O arabadaki abinin söylediği ilk sözler bizim deyimimiz oldu o dakikadan sonra, “Nereye gidiyorsunuz gençler?”. Hala arada kullanırız 🙂 . Dedik “Abi dersaneye gidiyoruz”. “Atlayın bakalım” dedi. Sonra ne mi oldu? İlk haftalar dersaneye ve merkeze hep otostop çektik. Yaz geldi sahillere otostop çektik. Sonra ailelere yalanlar söyleyip yan şehirlere gitmeye başladık. Bir anda içimizden biri ” Kanka Amasra’da Haluk Levent konseri varmış ” gibi bir şey dediği zaman düşerdik biz yola. Sebepsiz hafta sonu Ankara’ya gidip sokaklarda kalıp şehri gezip dönerdik. O zaman Couchsurfing yok tabi. Bir zaman sonra şunu farkettik, ulaşıma para vermiyorsan eğer her yere gidebilirsin. Aslen Adapazarlıyım. Kuzenler falan hep orada. Ailem hadi git memlekete kuzenlerini gör diye gönderdiklerinde git, gel için verdikleri 70-80 lira yol parası cebimde kalırdı. O para o kadar iyi gelirdi ki Adapazarı’na diye çıkıp Bursa’ya ve Yalova’ya arkadaşların yanına kaçardım.

Ama asıl film bir arkadaşımın bana Zeytinli Rock Festivalinden bahsetmesiyle koptu. “Nasıl ya bilet 75 lira? 15 gün kamp, her gün konser!”. Arkadaşımla hemen hazırlandık düştük yola. Sırtımızda okul çantaları, çadır madır yok, bilette yok. Onu bunu geç yaşımız 17 olduğu için festival için yaşta tutmuyor. Ama gazımız sağlam ve hep kullandığımız motivasyon cümlemiz “kanka raad ol ;)”.

Bizim Zonguldak’tan İzmir’e varmamız 34 saat sürdü. Kamyondan in tıra bin, gecenin yarısı sarhoşu alsın, polis aracına alıp kimliği gördükten sonra ailemizi arayacağını söylesin, biz yalvaralım sonra bıraksın saatlerce yürü, camilerde yatmalar vs. bir dünya macera anlayacağın. Geldik festival alanına hemen bulduk şimdi bizim yaşımızda olan abilerimizi. Başladık abi Zonguldak’tan otostopla geldik şu geldi başımıza bu geldi şöyle şu oldu böyle bu oldu diye heyecanlı heyecanlı anlatmaya. “Oralet’lerimizi” ısmarladılar. Muhabbet de sardı. Kimse dert etmedi yaşımızı soktular bizi içeri. Sonra aga biz sonraki 4 gün boyunca bir eğlendik bir dağıttık.

Hayatımın en sağlam günleriydi. Sonra festivalin 4. günü rahmetli peder aradı korkudan koştum ağaçların arasına çöktüm büzüldüm yerde açtım telefonu neden korktun dersen? Bizimkilere Adapazarı’na gidiyorum demiştim. Babam sordu “Neredesin oğlum?”. “Adapazarı’ndayım baba” dedim. Tekrar “Neredesin oğlum?” “Adapazarı’ndayım baba” dedim tekrar. En son biraz daha ciddi bir şekilde “Neredesin oğlum?!!!” deyince. Gardı indirdim ve ” İzmir’deyim baba” dedim. Gelen cevaptan ailenin böyle durumlarda ne kadar önemli olduğunu anlayacaksın. Babam (Atatürk Üniversitesi Arkeoloji mezunuydu) “Önce kendine güveniyor musun oğlum?” diye sordu. “Evet” dedikten sonra “Tamam, eğlen gel” dedi. Sonraları her zaman önce kendime güvenip güvenmediğimi sordular sonra izin verdiler.

Yaşın ilerlemesiyle birlikte Zeytinli olayının yaşanması ve 18’e basmak durumları değiştirdi. 18’e bastıktan sonra benim harita genişledi. Karadeniz, Trakya, Ege, İç Anadolu, Akdeniz turları… Şöyle şeyler oluyordu; haberlerde ünlüler bu yaz Çeşme’ye akın etti haberini görünce ertesi gün akşam İzmir/Çeşmeye ünlü görmeye gitmiş oluyorduk 😂 Ardından ilk İstanbul Arel’i burslu sonrada Kıbrıs UKÜ’yü tam burslu kazanınca ingilizce girdi hayatıma. İstanbul’u geçelim burada Kıbrıs önemli çünkü okuduğum okulun öğrencilerinin % 70’i yabancı öğrenci olduğu için İngilizce’yi iyi pratik ettim ve Kıbrıstaki biten ilk yılın yazında gaza gelip otostop ile Japonya’ya gitme kararı aldım. Rotam Gürcistan, Azerbeycan, Rusya, Kazakistan, ve tekrar Rusya, Moğolistan, tekrar Rusya ve Japonyaydı (Facebook’ta hâla yazar “yarın otostopla Japonyaya yolculuk başlar” diye 😂.

Aşırı dandik bir sırt çantası, çadır, tulum, küçük bir dijital kamera, 5 kuruşsuz düştüm yola. Gideceğim ülkeler hakkında hiç bir fikrim yok. Ama hep inandığım bir şey var. O’da yol sana gerekeni verir. Ve hep derim “Raad ol hallederiz 😉”. Gürcistan’a geçtiğim an tepkim şu şekilde oldu. Hobaaa ülke dışındayım lan! Şöyle döndüm, Sarp sınırından Artvin’e baktım. Birde Gürcülerin makarna gibi harflerine. O an ki duygumu size tarif edemem. Ama saf özgürlük duygusu dolaylarında bir şey (Bu arada 15 TL yurt dışı çıkış harç ücretini sınıra kadar otostop çektiğim bir çift ödedi).

Batum’a vardım ama karnım aç. İlk bulduğum Türk restoranına gittim dedim “Abi böyle böyle param yok. Ben Japonya’ya gidiyorum, bana yemek ısmarlar mısın?” Sağolsun önüme kocaman bir pizza koydu ama abinin adını hatırlamıyorum, affetsin. Gece Hilton otelin önüne çadır attım. Sabahına güvenlikler yemek ve içecek verdi. Sonra yolda yürürken Türk bir dayıya denk geldim. Beni aşçı olarak çalıştığı fabrikaya götürdü ve birde o karnımı doyurdu. Aşçı dayının yanında çalışan Gürcü bir arkadaş, beni Tiflis minibüsüne bindirdi ve parasını da ödeyip, yolladı.

Tiflis’e vardım. Bir pazar yerinde karton ararken, beni göre Rus anne ve kızı ne yaptığımı sordu. Azerbaycan sınırına gitmeye çalıştığımı söyledim. Bunun üzerine kadının kocası geldi ve beni arabalarına aldılar ve sınıra götürdüler. Sınır görevlisine pasaportumu verdiğimde “vizen nerede?” dedi. Bende “Azerbaycan bizden vize istemiyor” deyince başladı anlatmaya. “Eğer uçakla gidersem havalimanında vize alabiliyormuşum. Eğer karadan geçeceksem elçiliğe gidip vize almam lazımmış”. Anlayacağınız o zamanlar bu işlerden o kadar anlamıyordum. “Ne yapacağım şimdi” dedim.

Hafta sonu olduğunu ve bu yüzden pazartesiyi beklemem gerektiği söylendi. Günlerden cuma ve vakit, gecenin bir yarısı. “Tamam” deyip arkamı dönünce oturaklarda uzanmış yatan rasta saçlı bir gezgin gördüm. Dedim “Sende mi sorun yasadın?”. Bakü’den geliyormuş. Yunanistan’a dönecekmiş. Bu gezgin arkadaşın adı, Sonya. Durumumu anlattım. Vake parkı diye bir yerden bahsetti. Eylem varmış. İstersem orada kamp yapabilir ve 2 gün sonra vizeyi alır yoluma devam edermişim.

Geceyi orada geçirdik ve ertesi gün Vake parkına gittik. Gezi parkı tadında bir eylem vardı. Hatta aynısı diyebilirim. Parkı yıkıp yerine otel yapacaklar falan… Parkı görseniz öyle güzel ki yıkacaklarını öğrenince dellenmiştim. 2 gün diye gittiği o parkta 1 ay kaldım. Günlerimiz sabah erken kalkıp yerli pazara gidip, yere atılmış sebze meyvelerin yenilecek yerlerini ayırıp onlarla evsizlere ve kendimize yemek yapmakla geçiyordu. Öyle saçma şeyler pişiriyorduk ki normalde ağzına sürmezsin ama bize dünyanın en güzel yemeği gibi geliyordu. Geceleri de Gürcüler bizi mekanlara içmelere falan götürürdü. Vake park bir zaman sonra gezginlerin mekanı olmuştu ve her milletten insan gelip orada bir süre kalıyordu. Orada çok güzel arkadaşlıklar kurdum. Şu an bile Gürcistan’da Türkiye’den daha çok arkadaşım, dostum vardır.

1 aydan sonra kemik bir ekip oluştu. Vake parkta genelde gelen birkaç gün kalır ve giderdi. Fakat ben, saf iyiliği bulduğum o yeri bırakmak istemiyordum. Ama bir gün ortaya Kazbegi’ye gidip kamp yapma fikri çıktı. 8 kişi Kazbegi’ye otostopla geçtik. Benim bir rituelim var. Kamp yaparken önce ateşi yakar ve başında biraz otururum. Ondan sonra çadırı kurarım. Arkadaşım Maria’ya ya da bunu söyledim. “Önce ateşi yakalım ve biraz oturalım. Ondan sonra kurarız çadırları.” dedim. Oda bana az ileride bulunan kamp ateşini gösterdi. ” Ensar, sen geç oraya takıl, ben çadırı hallederim.” dedi. Bende ateşin oraya gittim. Verdim selamı ve “oturabilir miyim?” diye sordum.

Ateşin etrafında 3 Rus arkadaş Stopha, Palina ve Ksusha vardı. Stopha ve Palina nişanlıydı. Üçü, çocukluk arkadaşıydı ve boş vakitlerinde gezmeye çıkıyorlardı. Ksusha ve Palina profesyonel dansçıydı. Stopha ise piyanist. Biz muhabbete başladık. Sonra bizimkiler de katıldı. Aradan 2-3 saat geçti ve bizim bu 3 Rus “Ensar bizimle Rusya’ya gelmek ister misin?” diye sordu. Ben de ilk basta çok ciddiye almadım.”Tabi tabi” dedim. Konu öyle geçti gitti. Çünkü Japonya’ya gidecektim. Sabah oldu bunlar toplanıp gitmiş. Heralde gece öyle dostane bir hareket olsun diye söylemiştir. Ertesi günü dağ tepesindeki eski bir kiliseyi görüp gelmeye harcadık. Gece geri döndüğümüzde bir baktım bizim Ruslar geri gelmiş. Hemen gittim yanlarına. Gene başladık muhabbete. Bu sefer “Ensar yarın sabah Moskova’ya gidiyoruz ve sen de bizimle geliyorsun” dediler. Ben gene ciddiye pek almadım. Gece öyle geçti. Herkes sızdı uyudu.

Sabah çadırın kapısını dürtüp “Ensar, uyan hadi! Gidiyoruz.” demeye başladılar. Ben bir gazla “hadi lan gidiyoruz oldum”. Saat sabahın 6’sı. Ben bizim ekibi uyandırdım. Dedim “hacılar ben Moskova’ya gidiyorum”. Zor oldu ama vedalaştık ve ayrıldık. Plan, Batum’a gidip oradan vapurla Sochi’ye geçmek. Otostop ile Batum’a vardık. Batum’dan ilk başta vapura bedava binmeyi denedik ama yemedi. Sonra bilet alacağız dedik ama bende kuruş yok. Restoranlara “artmış yemek var mı?” diye sora sora besleniyoruz. İşte o vakit ilk defa kuzenimi aradım. Dedim “abi biraz para yollar mısın? Rusya’ya geçiyorum”. Kuzen para yollayacak ama günlerden hafta sonu ve para pazartesi elime geçecek. Yani 2 gün sonra. Ksusha’ya dedim “Bileti şimdilik siz ödeyin. Ben size Rusya’da ödeyeceğim”. Peki onlar ne dedi dersiniz? “Ensar, biz sana paran var mı? diye sormadık. Bizimle Moskova’ya geliyor musun? diye sorduk” dedi. Zengin sanatçı bir arkadaşları varmış. O finanse ediyormuş gezilerini. Biz biletleri aldık ve Rusya’ya geçtik. O zaman vize yok tabi. Sınır 30 saniyede geçtim.

Yazacak çok fazla anım olduğu için burada birçoğundan bahsetmedim. Fakat buralarda da çok efsane anılar yaşadım. Bu sefer az biraz da olsa bahsedeyim. Birincisi Sochi’den Rostov’a trene kaçak atladık. Bir diğeri Rostov’dan Moskova’ya olan treni kaçırmam oldu. Ben Rostov’da bilet alırken, bu güzel dostlarıma yük olduğumu düşündüğüm için bana tren bileti almamalarını, otostop çekeceğimi söyledim. Onlar da Rusya’nın bu kısımlarının tehlikeli olduğunu ve trene binmemi söylediler ama ben bu konuda ısrarcıydım. Neyse, bunlar biletlerini aldılar. Sonra Ksusha, ben de Ensar’la otostop çekeceğim deyince Stopha bir abi edasında ikinizin de ağzına sıçarım! Ensar yürü, sana da bilet alıyoruz dedi. Ama onların treni dolduğundan bir sonraki trene bilet alabildim. Sonra da treni kaçırdım falan işte. Baya uzun hikayeymiş aslında yine ya 😀 Kısacası treni kaçırınca, istasyonda ki görevliler aralarında para toplayıp beni daha hızlı olur diye Otobüsle Moskova’ya yolladılar 😊. Eyy gidi eyy! Burada ne kadar çok detay var aslında bir bilseniz. Sonrası özetle Ksusha ile beraber biraz Rusya turu yaptık. Sonra benim Japonya’ya gitme işi o sene yalan oldu ve okula döndüm. Ama o yaz yaşadığım Gürcistan ve Rusya macerası beni o kadar etkiledi ki artık yerimde duramazdım. Bazı sebeplerden 2 sene kadar zar zor sabrettikten sonra da şimdiki yolculuğuma çıktım.
Not: Gerçekten çok fazla anı ve hikaye olduğu için bu kısaltılmış versiyonudur. Evet, gerçekten kısaltılmış hali bu 🙂

İlk ve ikinci turun arasında ne gibi farklar var? Hem deneyiminden ötürü hem de bu sürede sen nasıl bir değişime uğradın? Üstelik bu sefer yol arkadaşın da var. Yolculuğa beraber devam etmek size ne gibi şeyler kattı? Tek ve çift gezmenin farkları nelerdir?
İlk yolculuğum olarak Gürcistan – Rusya’yı kabul edelim. İlk maceramdan sonra yerleşik düzene ayak uydurmak biraz zor oldu benim için. Monoton hayat boğmaya başladı. Her gün okula, okuldan sonrada işe giderken (Kıbrıs’ta bir yandan barmenlik yapıyordum) hayallerimde yeni maceralar yaşayıp, insanlar tanıyıp, yeni yerler keşfediyordum. Zar zor geçen iki yılın ardından daha fazla dayanamadım ve okulu bıraktım. Biriktirdiğim son para ile yolda hayati önem taşıyan çanta, termos ve ayakkabıyı en iyisinden aldım ve düştüm yollara. Hedef yine aynıydı. Aradaki ülkeleri geçip Japonya’ya varmak. Gürcistan ikinci evim olduğu için oraya biraz para ayırdım tabi. 20 gün boyunca dostlarımla Gürcistan’da veda tadında vakit geçirdikten sonra cebimde 5 dolar ile geçtim Azerbaycan’a.

Yol arkadaşı konusuna gelince ise; 3 günlük hayatımız var. Madem bu hayat bu kadar kısa, en azından güzel insanlar bir araya gelip hep beraber vakit geçirelim isterim. Tabi bazı zamanlarda yalnız olmak paha biçilemez ama her zaman değil. Kazadan önceki 10 aylık yolculuğumda sosyal medya hesaplarımda görüldüğü gibi her zaman yol arkadaşı buldum. 10 ayda toplam 9 yol arkadaşım oldu. Hepsi ile güzel anılarım var. Severim ya yol arkadaşlığını! Yeni dostlar edinip bir şeyleri onlarla paylaşmak güzel bir duygu. Şu anki yol arkadaşım Feray. Ben Malezya’da iken sohbet etmeye başladık. Ben de senin gibi yola çıkmak istiyorum dedi. Ben de “hadi gidiyoruz o zaman dedim”.

Filipinler’e bilet almıştı. Orada buluşacaktık. Ama Endonezya’da Kawah Ijen Mavi Volkanından dönüşte yaptığım motor kazasında sol göğüs köprücük kemiğimi (klavikula kemiği) kırdıktan sonra ameliyat için ülkeye dönmek zorunda kaldım. Ben Filipinler’e hoşgeldin diyecekken Feray bana memlekete hoşgeldin demiş oldu. İyileşince de beraber yola çıktık. Direkt Bangkok’a uçtuk. Şuan Asya turuma kaldığım yerden devam ediyoruz.

İlk seyahatinde parasal konuları nasıl hallettin? Para biriktirip mi gittin? Yoksa oralarda bir şekilde mi hallettin? İkinci seyahatinde ise boncuk satarak seyahatinizi finanse ediyorsunuz? Peki boncuk parası gerçekten ihtiyaçlarınızı karşılamaya yetiyor mu? Bu parayı neler için harcıyorsunuz? Yani konaklama için para vermemeye çalışarak ve parayı sadece yemek, içmek gibi temel ihtiyaçlara harcayarak mı? Yol için otostop kullanmak gibi şeyler mi var 🙂 Uçak bileti gerekirse falan ne yapıyorsun?
İlk maceram olan Gürcistan ve Rusya’da her zaman Dumpster Diving yaptım. Yerel pazarlara gidip yere atılmış sebze meyveleri toplayıp yenecek yerlerini yediğim de oldu. Restoranlarda insanların yarım bıraktıkları yemekleri yediğim de oldu. Bilinmesi gereken dünyada yemeklerin %50’sinden fazlası çöpe atılıyor. Atılmasın ben yerim 😊

İkinci maceram da ise sokaklarda ukulele çalarak harçlığımı çıkartıyordum. İlk kez bilekliği Singapur’da Ertuğrul ile beraber sattım. Müzik yaparak ya da bileklik satarak genellikle 2 günlük harçlığın çıkıyor ama arada iyi para kazanıldığı da oluyor. Paraları nereye harcadığıma gelirsek eğer; ömrüm boyunca 4 kere hostelde kaldım. Onun da birinde zaten Malezya’da workaway‘den çalışıyordum. Her zaman couchsurfing yapmaya çalışıyorum. Hem felsefesi güzel hem de ücretsiz. Yani param gıda, eğlence ve temel ihtiyaçlara gidiyor.

Karadan gidebildiğim sürece de otostop yaptığım için genelde ulaşıma da para ödemiyorum. Ama 3 sefer uçağa bindim. İran’dan Hindistan’a (1000 TL biletin yarı parasını Tehran’da müzik yaparak çıkardım. Kalanını bir tanıdığım ödedi : ) Hindistan’dan Tayland’a ( 110 TL kuzenim hediye etti) ve Singapur’dan Endonezya’ya ( 115 TL kuzenim hediye etti ).

İlk seyahatin ve ikinci seyahatin ne kadar sürdü? Şu ana kadar nereleri gördün? Kaç ülke, kaç şehir oldu? İlk seferde ki rotanla şu an ki rotan arasında ne farklar var?
İlk seyahatim olan Gürcistan – Rusya toplam 3 ay surdu. Ardından 2 sene daha üniversiteye devam ettim. İkincisi seyahatim ise Gürcistan – Azerbaycan – İran – Hindistan – Nepal – Tekrar Hindistan – Tayland – Malezya – Singapur ve Endonezya ise 10 ay sürdü. Şuan ise 3 haftadır yoldayım. Ukrayna (11 saat aktarma vardı. Kiev’de takıldık 5-6 saat) ve Tayland. Şuan da sorularını Phi phi Islands’dan yanıtlıyorum. Sen sorunca saydım 44 şehir olmuş 😊 Rota işi genelde tutmuyor. Bir hedef koyup gerisini spontane yaşıyorsun. Hedefim 3 seferdir “aradaki ülkeleri geçerek Japonya’ya varmak”. Nereden nasıl olur bilmiyorum. Bakıp göreceğiz.

Seni en çok büyüleyen, etkileyen yerler nereler oldu? Aynı şekilde hüsrana uğratan yerlerde?
Beni en çok şaşırtan ve büyüleyen ülke İran oldu. Şimdiden söylüyorum belki dünyanın tamamını gezeceğim ama İran insanıyla, kültürüyle ve doğasıyla baştan sona her zaman favorim kalacak. O kadar sevdim ki söverek gittiğim ülkeden gözlerim yaşlı ayrıldım. Hüsranı ise Hindistan’da yaşadım. Her gezginin hayalidir “Paradise India”. Ama bende olan “Piece of Hell India” oldu. Bir örnekle özetliyorum her şeyi uzun uzun anlatmayacağım.

Yolda kaldırım kenarında yatan bir adam gördüm. Evinde konakladığım kişinin aracıyla giderken, “nedir bu hal dediğimde?” hayatım boyunca beni en çok sarsan cümlelerden birini duydum. “Ölmüştür o kesin kaldırırlar fark edince” dedi. Opyum(afyon) ile uyuşturulmuş hareket eden et parçalarının diyarı Hindistan.

Singapur ise görülüp ders çıkarılması gereken bir ülke. 30 yıl ilerden yaşıyorlar hayatı. “HER” filmindeki distopya yaşanıyor şu an Singapur’da. Rahatlıklar ülkesi Tayland. Irkçıların diyarı Malezya. En işsiz işlilerin memleketi Endonezya. Alkolik müslümanlar toprağı Azerbaycan. Ateistlerin dinleri yogayı yaşadığı tapınak ülke Nepal ve canına yandığım Gürcistan 😉 özetle böyle işte dostum.

Gezmek isteyen arkadaşlara Ensar Sevindik olarak kesinlikle görmelisiniz dediğin yerler var mı?
Gezgin arkadaşlara kesinlikle görmelisin dediğim ülke hepsinden önce eşi benzeri olmayan memleketimiz Türkiye 😉

Vize konusunu nasıl hallediyorsunuz? Sonuçta vize için bir sürü evrak istiyorlar firmadan vs. Sizin için bu işlemler çok zor olmalı? Bu konuyu nasıl hallediyorsunuz ve ne gibi zorluklar çıkıyor? Üstelik yabancı bir ülkede nasıl vizeye başvuruluyor?
Genelde vizesiz ya da kapıda vize veren ülkeleri ziyaret etmeye çalışıyorum. Şu zamana kadar üç defa vize aldım. Azerbaycan vizesi ki tamamen poşet vize bir günde alıyorsun. Elçilikteki adam bile “Yap bir siteden hostel rezervasyonu, fotokopileri getir, gel al yarın vizeni.” demişti. Hindistan vizesi hakkında şöyle bir şey öğrendik. Ben bir İran’dan bir de Nepal’den aldım bu vizeyi eğer Türkiye’den başvuru yaparsan ret yeme ihtimalin varmış. Başka ülkede başvurunca daha bir güvenilir oluyor sanırım. Nepal zaten kapıda vize idi. Önemli nokta şu her ülke, ülke dışında vize başvurusu kabul etmiyor. Ben Baku’de Rusya ve Iran’da Pakistan vizelerine başvurmak istedim. Bir tek ülkemden alabileceğimi söylediler. Araştırmak lazım. Diğer yönden sanırım bize sıkıntı çıkaracak ülkeler Avustralya, ABD, Kanada, Yeni Zelanda ve Avrupa. Diğerleri kolay vize.

Eğer çalışman gerektiyse bugüne kadar ne gibi işler yaptın? Deneyimlerini paylaşır mısın?
Şu ana kadar üç tane gönüllü işte çalıştım. İlki Nepal’de yetim yurdundaki çocuklara derslerinde yardım edip yemek pişirmekti. Krishna adında melek gibi bir adam depremden sonra farklı yaşlarda 14 çocuğu evlat edinmiş. Evinin alt katını onlara yurt yapmıştı. Diğeri gene Kathmandu’da bir köyde Trees for Relief adındaki organik çiftlikte organik okul binası yapımında çalışmaktı. Charlie adında bir İrlandalı her şeyi bırakıp yerli dili öğrenip orada insanlara karşılıksız yardım ediyordu. Bizde çocuklar için yapılan o okul için elimizden geleni yapıyorduk. En sonuncusu workaway.com dan bulduğum Malezya Cameron Highland’da bulunan hem hostel hem de çiçek çiftliği olan bir mekanda iki hafta yemek ve barınak karşılığı çalışmak oldu.

Başından geçen unutamadığım ister güzel ister kötü 1-2 anını bizimle paylaşır mısın?
Tabi ki her gezgin gibi unutamadığım çok ama çok anı var ama en kötüsünü ve iyilerden birini anlatayım. En kötüsü Hindistan Raxaul’da başıma geldi. Mumbai’den Nepal sınırına 48 saat süren trene kaçak bindim. Kondüktörden kaça kaça 12 saat sonra First Class vagonu buldum ve attım kapağı oraya. 36 saat kimse elleşmedi ama korku filmi trenden indikten sonra başladı. Öyle bir yere düştüm ki Mad Max Fury Road filminden bir kesit. Herkes uyuşturucu dalgasında ve o gece Happy Holi festivalinin gecesi. Etrafımdaki herkes renkli suratlar ve kıyafetler ile zombi gibi bana bakıyor. Köyde ışık yok denecek kadar az. Etrafımdan sürekli silüetler geçiyor. Etrafta deli gibi bağırıp çağıranlar geçerken laf atanlar…

Öyle tenha öyle saçma bir yerdeyim ki orada bana bir şey olsa bir ömür kimsenin haber olmaz. O insanların bana bakışlarını ömrüm boyunca unutmayacağım. Şakası yok bildiğin zombiler ülkesi. Evler yıkıntı, etraf öyle pis kokuyor ki tarif edemem. Sınır şehrine daha 40 km var ama oraya giden yol alabildiğine çukurlarla kaplı bir patika. Zifiri karanlıkta yola çıktım. Yanımdan bir tuktukun üzerinde on kişi geçiyor. Silüetler etrafımda kol geziyor. En son kamp bıçağımı çıkarıp elime aldım. Öyle bir kasıldım ki korkudan biri yanlışlık arkamdan gelip “Heyy birader!” dese dönüp saplayacağım. 20 dakikada bir araç geçiyor, bir yandan yürüyüp bir yandan otostop çekiyorum duran yok. En son bana doğru gelen rengarenk klasik bir hint tırı gördüm. Atladım yola. Durdu. Meğer otobüsmüş. 35 km yi 4 saatte gittik zıplaya zıplaya. Vardık şehre. Etrafta sadece inekler, köpekler ve silüetler var. Sınır kapanmış sabah açılacakmış. Benim o her yeri bok götüren, belkide ömrümde görüp göreceğim en pis şehirde bir şekilde sabaha kadar sağ kalmam lazım. Oteller beni kabul etmedi. En son yerli bir vatandaş abisini çağırdı belkide şehirdeki tek dalgada olmayan düzgün giyimli vatandaş o. Beni götürdüğü polis karakolundaki amir bile uyuşturucu dalgasındaki bir zombi gibiydi. Karakol pislikten geçilmiyor. Karakoldaki en teknolojik şey ise ampul. Polislerde üniforma yok bildiğin uydurma çok eski uyumsuz kıyafetler. Ellerindeki silahlar 1. Dünya Savaşından kalma.

Neyse, amir yanıma dört polis verdi ve otel kapısı tekmelemeye gittik. Ama ciddi ciddi tekmelediler kapıyı en son biri açtı kapıyı. Beni koydukları oda fareden geçilmiyor. Yataktan bahsetmeyeyim bile. O sıcakta girdim tulumun içine yüzümü gözümü her yerimi kapatıp sabaha kadar terleye terleye yarım yamalak uyudum. Belki tam olarak betimleyemedim o geceyi ama emin ol tarifi imkansız bir gece geçirdim.

İyi bir anım ise Azerbaycan’dan Gürcistan’dan sınırı geçip otostop çektim. Beni sınır kasabası Akstafa’ya kadar götürdüler. Çişim geldi. Tekrar otostopa başlamadan oradaki vatandaşa “Abi nereye işeyebilirim?” dedim. “Git şu binanın arkasına yap.” dediler. Yaptım geldim. Çay döktüler. Laf lafı açtı “Bu akşam misafirimiz ol.” dediler. Beni pansiyona yerleştirip, hesabı ödediler. Akşam meyhaneye götürdüler. Yedik, içtik, eğlendik. Sabahta kahvaltıdan sonra otobüse bindirip Bakü’ye yolladılar 😊. İşemek için yer sordum misafir oldum anlayacağın.

Ensar Sevindik, Ertuğrul ve Didem buluşması nasıl gerçekteşti?
İnterrail Turkiye’de Ertuğrul‘un paylaşımını görmüştüm. O sıra Nepal’deydim. Malezya’ya geçince onunda orada olduğunu öğrendim ve buluştuk. Beraber sokakta müzik yapıp para topladık. Sonra beraber Singapur’a oradan da Bali’ye geçelim dedik. Singapur’dayken şu an ki yol arkadaşım Feray, Didem‘in Singapur’da olduğunu neden onunla buluşmadığımızı sordu 😊 Feray organize etti her şeyi ve Didem ile de buluştuk.

Gittiğiniz yerlerde halkın, couchsurfing hostlarının (varsa başka siteler), esnafın vs. gezginlere karşı tavrı nasıl? Yardımcı oluyorlar mı?
Sürekli sorulan bu aslında; “Tanımadığın insanların evinde kalıyorsun, nasıl güveniyorsun insanlara?” gibi gibi. Eğer haber kaynaklarını okursanız dünyanın ne kadar berbat bir yer olduğunu, kendiniz keşfeder ya da gerçekten dünya keşfinde olup bunu size aktarmaya çalışan gezginleri takip ederseniz, aslında iyiliğin ne kadar bol olduğunu görürsünüz.

Kısa başlıklar yazıyorum yorumu size kalsın. Bir kaç kez yolda kaldığım için polisler tarafından ücretsiz otobüse bindirildim. Otostop çektiğim araç sahipleri defalarca evinde misafir etti. Couchsurfing hostlarım parayla satın alamayacağınız düzeyde rehberlik etti. Defalarca hiç tanımadığım insanların sofralarına misafir oldum. Otostop çekerken araçlar durup galiba parası yok diye algılayıp cebime harçlık koydu. Benim için yolunu değiştirip 1,5 saat fazladan yol sürüp gitmem gereken yere götüren insanlar oldu. Şehri gezmem için akbilini, motorsikletini hatta arabasını veren hostlarım oldu. Ve daha niceleri 🙂

Böyle enlerini sıralar mısın? En güzel, en doğa harikası, en pis, en pahalı, en ucuz, en tehlikeli şeklinde konumlandırdığın yerler varsa yazabilirsin. Ensar Sevindik listesi yapalım 🙂
İran’ı aşırı seviyorum.
Doğa harikası: Hindistan olabilirdi eğer halkı bu kadar pis olmasa. O yüzden Tayland, doğa harikası.
En pis: Hindistan ve Nepal.
En pahalı: Resmi olarak Singapur zaten.
En ucuzu: Sürpriz olacak ama Azerbaycan.
En tehlikeli: Bu soruya verecek cevabım yok şimdilik. Umalım hiçbir zamanda olmasın

Bu ikinci tur bitince ne gibi planların var? Üçüncü tur mu? Dönüş ya da dönüş sonrası planlar mevcut mu?
Önceden de dediğim gibi planlar pek bir işe yaramıyor. Bende bilmiyorum ne olacak. Tatile çıkmadım. Şu an ki yaşam seçimim “Dünya Keşfi”. Karıştırılmaması gereken nokta şu; Bir çalışan yılda 1 hafta tatil için yurt dışına çıkar. Benim için tatil, Türkiye’ye dönmek olur.

Ensar Sevindik olarak seyahate çıkacak olanlara, korkanlara, aga ben yapamamcılara, annem merak edercilere tavsiyelerin var mı?
İlk defa otostop ile parasız yurt dışına çıkıp bu keşfe karar vermem için bana kimse ilham olmadı. İçimdeki enerji 15 yaşında akbil kırıp otostopa başlayan o anarşist ergen çocuğa ait hâla. İlk maceramdan sonra 2 yıl boyunca hiçbir gezginin vloguna yada bloguna bakmadım. Başkasının hikayesini okuma, kendininkini yaz. Bu bir hafta sonu tatili değil. Bu bir hayat tarzı. Tamamen seninle alakalı. Uymuyorsa sana, şimdiden söylüyorum hiç çıkma bu yola. Katacağından çok zarar verir. Örneklerini gördüm…

Diyor Ensar Sevindik ve röportajı burada bitiriyoruz! Yeni röportaja kadar görüşmek üzere! Peki Ensar Sevindik’i ve onun bu güzel yolculuğunu nasıl takip edeceğiz?
Ensar Sevindik Facebook: Burada
Ensar Sevindik Instagram: Burada
Ensar Sevindik Vlog(YouTube): Burada. Ensar Sevindik, YouTube için düzenli ve güzel videolar yapıyor! Bence arada bir bakın : )
Ensar Sevindik ‘e yolculuğunda bol şans ve nice güzel anılar diliyoruz! İyi yolculuklar Ensar Sevindik!

Diğer Gezgin Röportajları için Tıklayınız.
Savageandfree.com’da 24.10.2017’de yayınlanmış olan röportajımızdır. Savageandfree.com’u kapandığı için röportajlarımızı buraya taşıdık.