Ben Sıdal Ergüder! Bazen Isabel bazen Charlie Parker bazen de Sun Ra. En büyük hayalim görünmez olmak böylece en ıssız sokaklarda kimsenin doğallığını bozmadan fotoğraf çekebileceğim. Şu günlerde yarı zamanlı ‘fiesta siesta’ şeklinde İspanyol sahillerinde geziniyor bunun yanında tam zamanlı olarak Barcelona’da film yönetmenliği üzerine master yapıyorum.
Fotoğraf makinesini ilk elime aldığımda ve akabinde babama ‘ruhunu görebiliyorum’ dediğimde 6 yaşındaydım. 16 yaşımdayken hiç iz olmayan, karlarla kaplı bir yolda neden debelendiğimi düşünürdüm. 18 yaşımda bol bol ağladım ve Celine’nin şu sözlerine kulak verdim ‘ insanlar ve nesneler aynı yerde kaldıkça yozlaşır, çürür ve leş gibi kokmaya başlarlar.’ O günden itibaren pek yerimde durmadım. Yaklaşık 40 ülke gezdim ve fotoğrafını çektiğim her insanın hikayesini dinlemeye çalıştım. 21 yaşımda kendimi Amazonlara vurdum. Orada kafası geldi zaten. Birgün bitti diyebildim, buraya kadar, ölebilirim ve bana bu hiç koymaz. Artık tek bir neden üzerine buradayım; paylaşmak. Altı sene önce Adrasan’da yaşayan bir adamın bana bir kristal kolye takıp, kıyamet olsa insanlığı kurtarır mıydın sorusunu şuan biraz daha hümanist yanıtlıyor, evet belki yarısını diyebiliyorum.
Şimdi 23 yaşımdayım. 9785 sigara içtim, binlerce gün batımı izledim, nefesimi izledim, nefsime karşı geldim lakin neden hala bütün bu melankoli benim başıma geldi bilmiyorum. Olsun en azından artık kendimi hıyar gibi hissetmiyorum.

Selam Sıdal Ergüder! Kısaca kendini bize tanıtır mısın? Neler yapar neler edersin 🙂 İlk olarak nasıl çıktın yola? Hani böyle klasik bir tanıtım dışında böyle hem kendinden hem de seni seyahat etmeye iten şeylerin ne olduğunu anlatan bir tanım güzel olur..
Ben Sıdal. İlk defa Jim Jarmusch’un ‘Permanent Vacation’ filmini izledikten sonra evdekilere ‘içimdeki sesi susturamıyorum’ temalı bir mektup yazarak yola çıktım. Kendimi ilk defa özgür hissettiğimde 17 yaşındaydım. Size özgürlüğün hikayesini anlatamam ancak onun mevcudiyetini ve gücünü kabul etmek gerekir. Onu söylemek istediklerime nasıl yerleştireceğim bilemiyorum. Ancak öğrenme, keşfetme ve kaybolma arzularını toplayıp yaratacağım bir arka plana oturtabilirim onu. Havanın hafif laciverte çaldığı bir akşam gezintisi sırasında gözüme ilişen üç çocuk sokakta yemek yemektedir. Onların bastırılmış yerelliği, ekmeği var gücüyle tabağa banışı bana ilham verir. Bir zaman yolculuğu gibi. Sonra balık kokan kalabalık pazarlarda bir yerel gibi, tek başıma yürüyorum. Onların dokunduklarına dokunur, gözlerinin içine bakarım. Yol beni masaj salonu görünümlü bir geneleve getiriyor. Dilini bilmesem de hissediyorum. Bilmemek hoşuma gidiyor çünkü seyahat ederken kendi ülkenizi kuruyorsunuz. Tamamiyle kendi dünyanızdasınız ve istediğinizi yapmakta özgür.

Gezilere parça parça mı çıkıyorsun yoksa çıktın mı böyle aylarca dönmüyor musun?
Bana kalsa hep seyahat halinde olmak isterim. Zaten bu kökenimizde var. Türkler göçebedir. Bir yerde kalmaya karar verip, ülke kurduğumuzda sıçtık zaten. Benliğimizi ve tarihimizi kaybettik. Osmanlı’yı sevmemin tek nedeni karma bir ırk yaratmış olması. Kanımın tüm dünyadan parçalar taşıdığına inanıyorum. Çünkü Kolombiya’da birisi öldüğünde üzülüyor, Afrika için canımı vermeye hazır bekliyorum. Sanırım zaten zihnen sürekli bir seyahat içerisindeyim.

Gitmeden para biriktirip mi gidiyorsun, nasıl yapıyorsun? Hepimizin en büyük sorunu bu. Parça parça çıkıyorsan belki biriktirilir arada ama uzun süreli kesintisiz gezilerde zor tabi. Konaklama, ulaşım, yemek gibi ihtiyaçları ucuza getirmek için çaba sarf ediyor musun? Ediyorsan bunlar nelerdir? Bu konularda okuyuculara tavsiyeleriniz var mı?
Hayatta kalmak için bana sadece ekmek ve su lazım. Şarapta olsa güzel olur aslında ama olmasa da olur diyebiliyorum. Ancak böyle gezebilirsiniz. İhtiyaçlarınızı ne kadar minimuma çekerseniz o kadar mutlu olacaksınız. Hiçbir zaman lüks kaygım olmadı. Şikayet etmedim. Olabildiğinde tutumlu olmaya çalıştım. Az yedim çok gezdim. Bu hem zihne hemde bedene iyi gelir. Seyahatin genlerinde lüks yoktur, o bir meditasyondur ve kendinizi bulma evresidir. Bu nedenle para gibi maddesel zımbırtılara ihtiyacınız yoktur.
Gittiğin yerlerden en favori yerlerini bizimle paylaşabilir misiniz? Neden oraları çok sevdiğinizi de söylersen süper olur.
Beni her zaman doğanın ihtişamı ve insanların bakışları çok etkilemiştir. Sanırım bu yüzden belgesel fotoğrafçısı oldum. Bana doğadan daha canlı, insanın bakışından daha etkileyici birşey yokmuş gibi geliyor.

Mısır’dan çok etkilenmiştim. 20 yaşında tek başına yola çıkan bir kız için kurşun gibiydi. Acıyı gördüm, baskıyı gördüm. Artık Orta Doğu’daydım. İnsanların gözlerine baktım ve ağladım. İkinci vurgunu Kolombiya’da yedim. 300 senelik bir kültür. Orada da mutluluğu tattım. Dağlarda, amazonlarda yaşadım. Orta Doğu’nun hüznü ve Latin Amerika’nın neşesi bugünkü dengemi kurabilmemi sağladı. Artık kültürler arasız bir köprü olduğumu varsayıyorum.
Sence farklı kültürlerde böyle uzun süreli seyahat etmenin bireye ne gibi faydaları olur? Burada biraz Sıdal Ergüder yorumu alalım 🙂
Bu soruya uzun uzun cevap vermek ve hatta göstermek isterdim. Ancak şöyle özetleyeceğim. Seyahat ederken bir süre sonra karşınızdaki insanın gözlerinden ne demek istediğini anlar, empati kurar ve konuşmadan anlaşmaya başlarsınız. Bu sizi ekstrem derecede hümanist bir noktaya getirir. O noktada tanrı olmuşsunuzdur. Geriye yapılacak birşey kalmaz ve kendinizi tamamlanmış hissedersiniz. Ölebilirsiniz ancak içinizdeki insan sevgisi buna bir dur der. Kalırsınız. Sadece bildiginizi paylaşmak için. Sevmek için.

Bugüne kadar nerelere gittin? Bu ülkelerin en sevdiğin, seni etkileyen yanları nelerdi? Gittiğin ülkeleri seni en çok etkileyenden itibaren sırama şansın var mı?
Bugüne kadar Latin Amerika, Kuzey Afrika, Asya, Avrupa, Balkanlar’da toplam 40 ülke dolaştım. Genelde tek başıma gittiklerimi daha çok sevdim. Latin Amerika’yı seçeceğim çünkü en uzun ve en öğretici olanıydı.
Sana göre yediğin en kötü ya da garip ve en güzel yemekler hangileriydi? İçeceklerde olabilir?
Genelde yemek yemekten pek hoşlanmıyorum. Değişik şeyler deneme konusunda da açık fikirli değilim. Ancak içecek konusunda seremonili bir Ayahuasca serüveni ve San Pedro önerebilirim.

Unutamadığın anlar olmuştur muhakkak. Bunlardan bizimle paylaşmak istediklerin var mı? Böyle başından geçen güzel bir hikaye herkesin hoşuna gider bence.
Unutamadığım öykülerden bir tanesinde Kolombiya’nın kuzeyinde Tayrona Park’tayım. Yıllarca bize Türkiye’nin çok verimli ve yeşil bir ülke olduğundan bahsedilmişti. Ben ise bozkırda doğup büyümeme rağmen bu yalanı da kabul etmiştim. İnsan çok savunmasız olabiliyor bazen, özellikle de yaşı ufakken. Neyse Tayrona Park, başınızdan şahinlerin uçtuğu yanınızdan yengeçlerin ve LSD tribi yaşayanların geçtiği masalsı bir yer. Kırt beş dakika dağları aştıktan sonra kamp alanına geliyorum. Bugün benim doğum günüm, büyük ihtimal aramak isteyenler oldu lakin internetim yok. O gün bana kimse ulaşamadı ancak pek çok sorularıma yanıt olacak bir yola ulaştım.
Geceleyin elimde fenerle sahilin yerini buldum. Hiç bu kadar yıldızı bir arada görmemiştim. Gülümsedim. Okyanus hepimizden yaşlıydı ancak hala deli gibi dalgalanmaya gücü vardı. Öyle ki geçtiğimiz sene dokuz kişiye mezar olmuştu. Kendimi dalgalarda hayal ettim. Belki de ölüm hayal ettiğimizden daha güzel birşeydi. Buraya kadar dedim. Kendimi tamamladım. İntihar bir cesaret meselesi olmaktan çıkmış, zaman düzleminde olağan bir hususa dönüşmüştü. Hayatta mutluluğu arayanları gördüm, bazıları için raftaki çikolata kadar bazıları içinse tatmin edilemez bir ego biçimiydi. Buna 948 gün boyunca karşı çıktım ve hayatta hazzın hep bir adım ötede olduğunu savundum. Medeniyetle yollarımızı ayıralı tam yedi saat olmuştu ki ben hazzı bulmuştum. Ancak intihar edemedim. Etmedim çünkü paylaşmak istedim. Şu an olduğu gibi. Lanet olsun içimdeki insan sevgisine.
Gezilerini planlı mı yaparsın yoksa doğaçlama olarak mı gelişiyor?
Seyahatlerim genelde plansız gelişiyor. Biletlerin ucuzluğu, hava durumu, ruh halim vs. bunlar yola çıkmamı etkileyen faktörler.

Son olarak senin paylaşmak istediğin, benim aklıma gelmeyen fakat senin söylemek istediğin şeyler var mı? Açık alan gibi böyle. Ben sormamışımdır ama senin anlatmak, söylemek istediklerin vardır falan.
Yola çıkmaktan korkanlara aslında korkunun sonradan öğrenilmiş bir şey olduğunu hatırlatmak istiyorum. Hepimizin içinde keşfetme, öğrenme ve yaşama isteği var. Bunu kimse inkar edemez. Ancak bazılarımız vergi bekleyen totaliter devletlere bağlılıklarını daha çok gösterirken bazılarımız dinlememezlikten gelebiliyor. Kendinize zaman ayırın. Kendinizi dinleyin. Ruh, Türk kızı gibidir. Kolay kolay neye ihtiyacı olduğunu söylemez, sizin onu anlamanızı bekler.

Sıdal Ergüder ‘in Instagram Hesabına Buradan Ulaşabilirsiniz.
Sitemizdeki diğer gezgin röportajlarına buradan ulaşabilirsiniz.
Sıdal Ergüder röportajımızı beğendiyseniz bir yorum alırız 🙂
Savageandfree.com’da 04.07.2017’de yayınlanmış olan röportajımızdır. Savageandfree.com’u kapandığı için röportajlarımızı buraya taşıdık.