Bu Yaşıma Gelmişim Bi Kapadokya Yapmazsam Ayıp Olurdu!

Geçenler öyle bi gaza geldim ve Nevşehir’e uçak bileti aldım! Dünya harikası Kapadokya ‘yı bir de ben göreyim dedim. Sonuçta Dünya’nın her yerinden bir sürü insan burayı görmek için geliyor. Biz burnumuzun dibinde ki yere gitmiyoruz.

Cuma akşam iş çıkışı bindim uçağa Göreme’de ki şirin minik hostelime yerleştim. Odam, peri bacası içinde penceresi olmayan şirin bir oda. Akşamları yürüyüşe çıkıyorum. Fakat hem mevsimlerden Kasım hem de turist sayısında büyük düşüş olduğu için sokaklar bomboş. Ama peri bacalarından bir yerleşim alanında akşam sakinliğinde turlamak, ateş başında sıcak şarap yudumlamak çok güzel mutluluk veriyor insana 🙂

Böyle bir güzellik olur mu? Gün batımında saatlerce usanmadan sadece şu manzarayı izleyin. O kadar mutlu ediyor ki, üstelik gittiğim dönemde turist az olduğu için o kadar sakin ve sessiz ki…

Ertesi gün sabah biraz tembellik yaptıktan sonra gezmeye çıkıyorum. Bir süre yürüdükten sonra karşıda bir alan görüp oraya doğru yol alıyorum. O kadar plansız gezen biriyim ki gittiğim yerde nereler görülmeli gezilmeli onu bile bilmiyorum 🙂 Gittiğim yer Göreme Açık Hava Müzesiymiş.

Tavsiye: Önceden müze kart alıp gidin. Çünkü girişlerde müze kart ya da bilet için çok sıra oluyor.

1. gün Kapadokya ‘da ilk durağım, Göreme Açık Hava Müzesi oluyor.

Göreme Açıkhava Müzesi, yoğun bir şekilde manastır hayatına ev sahipliği eden bir kaya yerleşim yeri. Bu alanda, Peri Bacalarının içinde kiliseler, şapeller, yemekhaneler ve oturma mekânları oyulmuş hep. Ortam çok tatlı ya! Böyle minik minik mağaralar. Bırak beni yaşayayım orada! Bırakın!!!! Yazının devamında hep mağaralar diye bahsedeceğim bilginize 🙂 Girdiğim 3 mağaradan 2’si zaten kilise.

O zamanın koşullarında göre mağaralar gayet güzel oyulmuş ve işlenmiş. Roma dönemi olduğu için sanat yine ön planda. Kilise duvarları, tarihi anlatan bir çok resimle dolu. Bunun yanı sıra Türk kültürünün önemli bir parçası olan “Ali buradaydı, Ayşe Ali’yi seviyor, Hasan ve arkadaşları, FB, GS, Bize her yer Trabzon” gibi önemli anonim eserler de mevcut.

Neyse… Mağaralarda uzun uzun yemek masaları var. Bunlar için adamlar bir daha masa yapmamış. Orayı oyarken masa olacak şekilde oymuşlar. Bunların hepsinin gayet planlı yapıldığı çok belli. Masalar çok güzel oyulmuş. Yemek masası olan yerlerin yanında genelde mutfak bulunuyor. Mutfaklarda tandır tarzı yerde çukur şeklinde oyuklar var. Yemek pişirmek gibi işlemler için buraları kullanmışlar. Mağaraların için gayet serin. Yazın serin oluyor. Kışında aşırı soğuktan koruyor. Tam oturmalık mağara valla. 1.000 TL kira ile hemen tutuyorum!

Girdiğim birçok kilise de iskeletlerde mevcut. Galiba orada ki din adamlarının iskeletleriydiler. Dediğim gibi kiliselerin duvarları her yerde olduğu gibi burada da hep resimlerle kaplı. Kilise duvarlarında bu resimlerin tarhi kitabı gibi oluşu ve hep bir tarihi anlatışı çok hoşuma gidiyor. O yüzden kiliselerde hep uzun uzun duvarlarda ki resimleri inceleyip, ne anlatmak istediği anlamaya çalışırım. Duvar resimleri olarak bu alanda ki en iyisi Karanlık Kilise. Karanlık Kilise’de ki eserler güzel bir onarımdan geçirilip yenilenmiş. Kilise diğerlerine göre daha iyi bir konumda ve daha büyük, daha özenli oyulmuş. Buraya giriş için ekstra 10 TL ödemeniz gerekiyor.

Buradan çıkıyor ve minibüse binip ardından yine yürüdükten sonra Kapadokya ‘da ikinci durağım olan Paşabağları’na geçiyorum.

Burası mantar şeklinde ki Peri Bacalarının oluştuğu çok güzel bir bölge. Hatta dikkat ederseniz şirinleri bile görebilirsiniz.

Bu bölge mantar şeklinde Peri Bacalarını gerçekten çok net görebileceğiz bir bölge. Küçüklü büyüklü birçok Peri Bacası Mevcut. Kapadokya gerçekten büyüleyici bir yer. Gördüğüm her ayrıntıda Kapadokya ‘yı daha çok sevdim.

Burada ki tek mağara 2 odalı ve Aziz Simeon adında bir keşiş tarafından oyulmuş bir inziva hücresidir. Onun dışında yokmuş galiba. Tam inziva yeri yalnız 🙂

Buraya en yakın yer Zelve Açık Hava Müzesiymiş. Zelve’ye doğru yürümek için yola çıkıyorum. 

Üzüm tarlalarının arasından toprak yoldan yoluma devam ediyorum. Turistlerden uzak sakin sakin gidiyorum. Zaten burada gerçekten illa ki bir müzeye girmenize vs. gerek yok. Zaten her taraf müze. Yürürken yolda her yer Peri Bacağı, mağara, tarih. Kaldığım yer bile Peri Bacası sonuçta. Kapadokya tamamen bir açık hava müzesi, Kapadokya bir harika!

Zelve’ye doğru ilerlerken sol tarafımda sakin, kimsenin olmadığı ve aslında diğer gittiğim turistik noktalardan pek farkı olmayan bir yer görüyorum. Turistik noktalar genelde daha büyük yerleşim yerleri, kiliseler gibi yerler oluyor. Benim gördüğüm yere de o zamanın köyü diyelim. Hemen yolumu değiştirip dalıyorum buraya! Koşuyorum, tırmanıyorum, oradan oraya dalıyorum. O kadar mutlu oldum ki, uzun süre sonra parka çıkarılmış evcil köpek gibi oldum 🙂 Girdiğim küçük yerleşim yeri burası.

Sonra bu mağarayı gördüm ve oraya koşmaya başladım. Mağaraya girdikten sonra buranın çadır kurup kamp yapmak için çok güzel bir yer olduğu gördüm. Belki bir daha ki sefere bu fikri gerçekleştirebilirim. Arka tarafından bulunan küçük bir pencere bile var. Buradan manzarayı izledim. Sonra ön kapıya gelip uzun süre oturup sadece sessizliği dinleyip, uzun uzun karşıya baktım. Heralde gezi boyunca en mutlu olduğum süre, burada sakin sakin oturduğum zamandı. Turistik noktalar o kadar çekici gelmiyor. Böyle sakin ve rahat noktalar daha hoşuma gidiyor ve mutlu ediyor. İşte bu da küçük mutlu yuvamın görseli 🙂

Burada bir süre kafa dinledikten sonra baktım hava kararmaya başladı. O yüzden üzülerek Zelve’ye doğru yola koyuldum. Sadece 2 günüm olduğu için değerlendirmem lazım. Fakat saat geç olduğu için Zelve Açık Hava Müzesi kapanmıştı ve giremedim 🙂 Zelve’ye giderken yolda ki bu büyük kilise ve yerleşim yerine girdim bende.

Aşıklar Tepesi

Burası zaten çabuk bitiyor. Ardından ne yapsam diyorum. Çünkü Zelve’yi kaçırdım. Sonra aklıma “Aşıklar Tepesi” dedikleri yer geldi. Otostop çekmek için yola çıktım. Bir çift beni aldı. Onlarda nereye gitseler bilmiyormuş. Onlarla beraber Aşıklar Tepesine gittik. Aşıklar tepesi gün batımında gayet güzel oluyor. Ama araçsız ulaşım sıkıntı. Hatta Kapadokya ‘da araçsız gezmek komple sıkıntı. Her yer birbirine uzak ve birçoğuna yürüyerek gitme şansınız yok. Neyse tepeye geliyoruz. Biraz manzarayı seyrediyorum. Ardından aşağıya kayaların arasına atlıyorum. O kayadan o kaya zıplaya zıplaya takılıyorum. Manzarayı izliyorum falan 🙂 Mis gibi. Yaşasın sezon dışı seyahat ve sakinlik!

İlk günü burada bitiriyorum. Buranın ardından gün batımının kalanını izlemek için herkesin balonların fotoğrafını çektiği o meşhur tepeye gidiyorum. Alıyorum çayımı oturup gün batımını izliyorum. Ardından vücutta uyuşma, ayaklarda hissizlik gibi soğuğun belirtileri başlayınca kalkıp yemek yemek için yer bakıyorum 🙂 Güzel hoş bir yer bulup yemeğimi yiyorum. Çok tatlı bir mağara restoranda akşam yemeğimi yemiş oluyorum. Buranın klasiklerinden olan testi kebabından yiyorum. Normal kebap işte 🙂

2. günde ilk durağım sabahın erken saatlerinde balon izlemek oluyor. (Baya soğuktu!)

Sabahın ilk ışıkları ile tepeye çıkıyorum. Bildiğin baya soğuk. Otlar falan donmuş zaten. Doğal olarak benim de totom donuyor. Orada sürekli balonlara sıcak hava basılırken bizde bekliyoruz. Uzaktan sürekli sesi gelen, balonlara basılan güçlü ateşi izliyoruz. Bir yandan da güneş hafif hafif yüzünü gösteriyor.

Görevliler ateşi güçlendirdikçe, balonlar parlıyor karanlığın içinden, gittikçe şişiyor ve büyüyorlar. Uzun bir süre bekliyoruz. Sonra balonlar yavaş yavaş kalkmaya başlıyor. Görüntü gerçekten mükemmel. Yukarıdan çok daha güzel gözüktüğüne eminim.

Neyse, internette bunların zaten bir sürü güzel çekilmiş versiyonu var 🙂 Benim leşler bu kadar yeter. Ama insanın kendi gördüğü ve çektiği olunca daha değerli oluyor 🙂

Buradan sonra bir yerde kahvaltı ediyor ve tur aracımız için bekliyoruz. İlk gün arabasız çok yorulduğumuz ve zaman kaybettiğimiz için ikinci gün tur tercih ediyorum. Hem turla ile gezerken tarihi anlattıkları için daha güzel ve çekici oluyor.
Tur ile ilk olarak yeraltı şehrini görmeye gidiyoruz! Kapadokya birçok yeraltı şehrine ev sahipliği ediyor. Biz Derinkuyu Yeraltı şehrine gidiyoruz. 

Karınca yuvalarının içini hep merak etmişimdir. Acaba karınca olsam nasıl bir his olurdu diye. Yeraltı şehrinde bu hissi yaşamış oldum. Çok güzel bir deneyimdi benim için. Yeraltı şehirlerini kesin görmeniz lazım.

Kapadokya bölgesinde 36 tane yeraltı şehri bulunuyor. Bu devasa yer altı şehirlerinin yapımı acaba ne kadar sürdü? Kaç kişi çalıştı? Nasıl yaptılar? Merak ettiğim sorular oluyor. Tabii ki rehber yapımını anlatıyor ama yine de insana gayet ütopik geliyor.

Yeraltı şehirleri için öncelikle 70-85 metre derinliğinde suya kadar uluşan hava bacaları oyuyorlarmış. Daha sonra bacalardan yanlara doğru kazarak yeraltı şehrini yapıyorlarmış. Hafriyatı da bu bacalardan dışarı gönderiyorlarmış. Yeraltı şehirlerinin nedeni, düşman saldırısından korunmak. Düşman geldiği zaman buralara saklanıyorlar ve ana girişlerin üzerini taşla kapatıyorlar. Böylece şehir dışarıdan hiç belli olmayacak şekilde kapatılmış oluyor. Bazen içeride aylarca yaşadıkları oluyormuş. Düşman gidene kadar mecbur bekliyorlar. Bu sürede ölen olursa bile içerisi zaten yeteri kadar soğuk olduğu için cesedi saklayabiliyorlar.

Yeraltı şehirlerinde mezarlıktan kiliseye, ahırdan şarap yapım yerlerine kadar bir çok alan mevcut. Ahır, mutfak, şaraphane gibi yerler genelde ilk katta oluyor. Çünkü ekinleri hemen yukarıya açtıkları havalandırmalardan aşağıya döküyorlar. Hayvan olarak genelde koyun gibi hayvanlar tercih ediyorlarmış. Çünkü yeraltı şehirlerinde koridorlar, merdivenler ve kapılar bir kişinin geçebileceği genişlik ve yükseklikte. Bunun nedeni düşman saldırısı olduğu zaman savunmasını kolaylıkla yapabilmek. Düşmanlar tek tek geldiği için öldürmesi kolay olacaktır.

Yeraltı şehrine düşman saldırısı olduğu zaman savunma yapa yapa alt katlara kadar gidiyorlar. Dediğim gibi yollar tek kişinin geçebileceği şekilde. Üstelik çok dar ve alçak, yani öyle rahat rahatta geçemiyorlar. Mecbur eğilip iki büklüm gidecek. Hâl böyle olunca savunması kolaylaşıyor. Üstelik 300-500 kg ağırlığında ki taştan teker kapılar ile yolları kapatıp yandaki savunma alanlarından gelen düşmanı öldürüyorlar. Bazı yeraltı şehirlerini birbirlerine bağlayan çok uzun tünellerde mevcut. Nasıl denk getirmişler orasını bilemiyorum 🙂

Buradan sonra Selime Manastırına gidiyoruz!

Burası hakkında iki tane bilgi vereceğim. Birincisi burası başta manastırmış fakat sonradan kervanların dinlenme tesisi, oteli gibi bir yer halini almış. İkinci bilgi ise (Rehberin yalancısıyım) 1977 yılında çekilen ilk Star Wars filmi için başta burası olmak üzere Kapadokya ‘da birçok yeri kullanmak istemişler. Fakat tabii ki bizimkiler olmaz demiş. Evet deseler turizm için şahane olurmuş. Ama zaten rehberin dediğine göre bizimkiler yabancı turiste Star Wars’ın çekildiği yer diye pazarlıyormuş 🙂 Bizimkiler izin vermeyince ekip buranın fotoğraflarını çekmiş ve gitmiş. Ardından çekimler için buranın belli noktalarının maketini yapmışlar ve fotoğrafları arka fon olarak kullanmışlar. 

Burdan çok tatlı bar olur bence! 🙂 

Buradan sonra Ihlara Vadisine ve Güvercinlik Vadisine gidip günü kapatıyoruz 🙂

Ihlara Vadisi, küçük küçük kiliselerle dolu, 14 km uzunluğunda Dünya’nın en uzun vadilerinden birisiymiş. Rehber belki en uzunda demiş olabilir. Şu an hatırlayamadım. Burası Hristiyanlığı yaymak için kullanılıyormuş. Burada ki kiliselerde din adamlarını yetiştirip Dünya’nın farklı yerlerine salıyorlarmış. “Hadi yiğitlerim yayın dinimizi tüm Dünya’ya!” diyip arkalarından bir tas su döküp gönderiyorlarmış.

Vadi gerçekten çok güzel ve büyüleyici. Kayalar, kuş yuvası gibi minik minik kiliselerle dolu, vadiden dere akıyor ve havası mükemmel. Ama tabii ki bizimkiler yine bunun reklamını yapamıyor. Aşağıdan çektiğim fotoğraflar vadiyi belli etmediği için, internetten bulduğum başkasına ait bir görseli paylaşıyorum.

Ihlara Vadisinde 1-2 saat yürüdükten sonra derenin üzerinde ki çardaklarda birer çay içip Güvercinlik Vadisine doğru yola çıkıyoruz. Yolda uyuyayım dedim ama yollar çok bozuk uyutmadı -_-

Güvercinlik Vadisi, güvercin yuvaları ile dolu bir yer. Buranın amacı ise güvercin yumurtası toplamak. Kiliselere resim çizmek için boyaya ihtiyaçları var ve bu boyanın kalıcı ve güzel olması için de güvercin yumurtasına. Bu yüzden buradan bu amaçla güvercin yumurtası toplanıyormuş.

Gezi bittikten sonra Göreme’ye dönüp güzel bir akşam yemeği ve üzerine hoş sohbet ve şarap eşliğinde sessiz sakin bir akşam geçiyorum.

Diğer gezi yazıları için tıklayınız!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu sayfadaki yazı kopyalanamaz.